Yükleniyor
VENEDİK'İN GONDOLLARI
VENEDİK'İN GONDOLLARI

Yazar: Serap Mumcu

 

Hiç düşündünüz mü Venedik’in gondolları neden siyahtır?

 

Hepimiz duymuşuzdur, değil mi? Binlerce gizem, binlerce söylence ve bunların her biri biraz doğru, biraz uydurma olan Venedik anlatıları… İşte onlardan biri: Venedik’in gondolları neden siyahtır?

 

Aslında konu Venedik oldu mu, ne merak edilenler biter ne de şehir üzerine anlatılacak olanlar. Venedik’in her köşe başı bir gizem taşır ve her seferinde daha önce hiç fark etmediğiniz bir ayrıntı sizi bir anda esir alır, hatta adeta bir duvara çiviler. Kalakalırsınız orada ve illa ki merakınızı celbeden şeyi bilmek istersiniz. Venedik’te şehrin adeta sembolü haline gelmiş olan gondollar da her türlü ayrıntısıyla insanların merakını celbeder. Ona o asalet katan siyah rengi de hep merak edilir. Gondollar neden siyahtır? Bu soru bana yıllardır hep sorulmuştur. Her seferinde aynı merak, aynı şaşkınlık olur yüzlerde ve cevabını heyecanla dinler insanlar… Ben de şehir hikayeleri anlatmayı çok severim ve sıra gondollara geldiğinde başlarım anlatmaya:

Bu sorunun birden fazla cevabı vardır. Veba salgınlarının hüküm sürdüğü yıllarda gondolların cenazeleri taşımak için kullanıldığı, bu yüzden yasın rengi olan siyaha büründüğü söylenir. Oldukça romantik ve insanı melankolik bir hisle saran ve doğru olma ihtimali çok yüksek bu cevap, tam da gerçeği yansıtmaz. Biz şimdilik Venedikliler bununla ilgili neler anlatıyor ona bakalım:

 

Bir Venedikli arkadaşım bu yasın rengi olan siyah gondol hikâyesine yüzünde alaycı bir tebessümle şöyle karşılık vermişti:

“Biz Venedikliler için şehir dediğin yalnızca Venedik’tir. Gondolun neden siyah olduğunu hiç merak etmedim. Ama senin için kendi hikâyemi anlatabilirim…”

 

Anlattığına göre, eskiden herkesin kendi gondolu varmış ve bunlar rengârenkmiş. Pembe, mavi, sarı, yeşil… Şimdiki Burano adası kadar rengarenk olan gondollar hayal edin; ancak bu renkli cümbüş Venediklilerin geçimsiz doğasına yaramamış. Sürekli “Benim gondolum seninkinden daha güzel!” tartışmaları çıkmış. Nihayetinde Cumhuriyet yöneticileri bu kavgaya son vermek için karar almış: “Bundan sonra bütün gondollar siyah olacak!”

 

Böylece gondollar siyaha bürünmüş; çok seslilik yerini siyahın ağırbaşlı huzuruna bırakmış.

Arkadaşımın versiyonu bu sefer benim yüzümde bir tebessüm oluşturuyor ve Venedik’le ilgili bütün meraklarımı giderecek bir kitapçıya gidip bir kitap alıyorum. O kitaptan Venedik ile ilgili beni hayrete düşüren birçok bilgiyle karşılaşıyorum ama okuduğumla da yetinmem genellikle. Bir seferinde şehirde, San Trovaso bölgesinde halen faaliyet halinde olduğunu bildiğim bir gondol yapım atölyesine gittim ve orada yüzyıllardır gondol üreten bir ailenin Venedikli ustasıyla tanıştım. Ona gondollar hakkında bana anlatılanları anlattım. Beni dikkatle dinledi, başını sallayıp gülümsedi ve şöyle dedi: “Masallar güzeldir. Ama gerçek daha nettir. Venedik’in gondollarının siyah olmasının gerçek nedeni, estetikten ya da efsanelerden çok pratik ve teknik bir zorunluluktan kaynaklanır; o da zift (catrame) kullanımının gerekliliğidir.”

 

Tarih boyunca gondollar, su geçirmez ve dayanıklı olmaları için katran (zift) ile kaplanırdı. Bu malzeme siyah renkteydi ve başka renge boyanmak mümkün değildi. Dolayısıyla gondolların siyah olması, koruyucu işlevli bir zorunluluktu. Siyah boya değil, aslında katmanın kendisi gondolu siyaha bürüyordu.

 

Gondol ustası, yıllardır aklımı kurcalayan soruyu basit ama güçlü cümlelerle yanıtladıktan sonra detaylara girdi. Anlattıkları, bir ulaşım aracından fazlasını tanımlıyordu. Gondolun yaklaşık on bir metre uzunluğunda olduğunu söyledi; bu uzunluk hem estetik dengeyi hem de su üzerindeki zarif süzülüşü mümkün kılıyordu. Ancak en dikkat çekici yönü, gondolun simetrik olmamasıydı. Sol tarafı, sağ tarafına oranla daha genişti. Bu asimetrik yapı sayesinde gondolcu yalnızca tek kürek kullanarak dengeyi sağlayabiliyor ve düz bir hat üzerinde ilerleyebiliyordu. Suyun doğasına uygun bir mühendislik harikasıydı bu.

 

Üretim sürecine gelince, her bir gondol tam iki yüz seksen parçadan oluşuyordu ve bu parçalar sekiz farklı ağaç türünden özenle seçilerek bir araya getiriliyordu. Her ağacın belirli bir bölgeye, eğime, yüke ya da dengeye hizmet eden bir işlevi vardı. Tek bir gondolun üretimi bazen bir yıl sürebiliyordu. Bu nedenle her gondol, hem ustasının hem de Venedik'in ruhunu taşıyan eşsiz bir yapıydı.

 

Gondolun ön kısmında yer alan fèrro adı verilen metal süsleme ise asla sadece bir estetik detay değildi. Bu metal parça, altı dişiyle Venedik’in altı bölgesini, ayrı duran eğimli kısmıyla Giudecca Adası’nı temsil ediyordu. Fèrro'nun şekli, bir şehir planını, bir kültürel coğrafyayı simgeler gibiydi. Gondolun ortasındaki tahta kemer, Rialto Köprüsü’nün bir yansımasıydı; üzerindeki zarif kıvrımlar ise lagünün içindeki üç önemli adaya (Murano, Burano ve Torcello’ya) gönderme yapıyordu. Bir gondola yalnızca dikkatle bakmak bile, tüm Venedik’i zihinde yeniden kurmaya yetiyordu.Gondolun zaman içindeki serüveni, Venedik’in kendisi kadar katmanlı ve dönüşümlüdür. 1500’lü yıllarda gondol, kent sakinleri için gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçasıydı. Şehir karadan çok su yollarıyla örülü olduğu için insanlar, işlerine gitmek, karşı kıyıya geçmek ya da mal taşımak gibi pratik nedenlerle gondol kullanıyordu. Henüz bir eğlence ya da gösteriş unsuru sayılmazdı.

 

Zamanla toplumsal yapı değişti, kent kültürü evrildi ve gondol da bu dönüşümün etkisiyle farklı anlamlar kazanmaya başladı. 17. yüzyılda, özellikle soylular arasında gondol hem bir statü göstergesi hem de estetik bir nesne olarak kabul edildi. İçleri kadifeyle döşenen, oymalarla süslenen, armalarla işaretlenen gondollar, artık zarafetin ve sahiplik gücünün simgesiydi. Mahremiyet sağlamak için üstü örtülen kabinler (felze) hem güneşten korur hem de içeridekileri dış gözlerden saklardı.

 

1609 yılında Venedik Senatosu, bu gösterişin artmasına tepki olarak bir karar aldı ve gondol süslemelerini sınırladı. Fazlalıklar sadeleştirildi, zarafet daha ölçülü bir hâle getirildi. Yine de gondol, bu sade haliyle asaletinden hiçbir şey yitirmedi. Aksine, siyah rengi ve zarif çizgileriyle sessiz bir asalete büründü.

 

Gondolculuk bu dönemde bir zanaattan çok, kuşaktan kuşağa aktarılan bir yaşam biçimine dönüştü. Venedik’in karmaşık kanallarında ilerleyebilmek için güç kadar denge, zamanlama ve suya hâkimiyet de gerekiyordu. Bu nedenle günümüzde gondolcu olmak isteyen birinin hem teknik eğitimi tamamlaması hem de şehrin tarihini, dilini, geleneklerini özümsemesi beklenir.

 

2009 yılında Giorgia Boscolo’nun sınavları geçerek Venedik’in ilk kadın gondolcusu olması, geleneksel yapının içinde yeni bir dönemi başlatan önemli bir adımdı. Bu gelişme, sadece bir mesleki başarı değil, aynı zamanda simgesel bir eşikti.

Bugün gondol, Venedik’in yüzü olmayı sürdürüyor. Her yıl binlerce turist, şehrin taş sokakları kadar su yollarında da iz bırakmak için gondola biniyor. 30 dakikalık turlar çoğu zaman Büyük Kanal’dan geçiyor, Ahlar Köprüsü’nün altından süzülüyor, San Marco’ya doğru yaklaşıyor. Bu deneyim hem tarihsel bir tanıklık hem de estetik bir yolculuk anlamı taşıyor; ancak siz siz olun gondola San Marco Meydanı’na yakın bir konumdan binmemeye özen gösterin, hatta mümkünse turistlerin gruplar halinde beklediği yerlerden de uzaklaşın. Zaten şehrin içerisinde biraz yürümeye başlarsanız sizi köprü üstlerinde bekleyen bir iki gondolcuya ya da sandalcıya rastlayabilirsiniz. Gondolun asimetrik yapısından tedirgin oluyorsanız sandalı tercih etmenizi öneririm. Gondollara çok benzeyen bu sandallardan şehirde yirmi kadar bulunuyor; ancak sandallara binmek oldukça konforludur ve sayıları az olduğu için sandalı kullanan sandalcılar çok daha kibar, çok daha arkadaş canlısı bir yaklaşım sergiliyorlar. Üstelik çoğu size güzel bir Venedik şarkısı dahi söyler.

Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkedin'da paylaş Whatsapp'da paylaş