Yükleniyor
TASARIM DEHASI SANATÇI BİR AİLE: BUGATTI
TASARIM DEHASI SANATÇI BİR AİLE: BUGATTI

Yazar: Ayşe Bayvas

 

Bugatti, spor otomobil markaları arasında sadece araba meraklılarının değil pek çok kişinin bildiği bir isimdir ve son derece saygın bir yere sahiptir. Toyodalar, Fordlar, Fiatlar ve Peugeotlar hepsi şahane otomobiller üreten ailelerdir ancak Bugatti ailesi farklı bir ligdedir. İtalya’nın birbirinden ünlü otomobil üreticileri arasında da öyledir. Her ne kadar Fransa’da kurulmuş olsa da günümüzde Alman Volkswagen AG yan kuruluşu olsa da Bugatti bir İtalyan arabasıdır. İtalya’nın sıcakkanlılığını, estetiğini ve tahmin edilemezliğini yansıtır.

 

Arabadan yola çıktım ama aslında ailenin pek çok üyesi en az araba kadar heyecan vericidir. Kısacası Bugatti ailesinde neredeyse herkes kendi dönemlerinde ve çeşitli alanlarda önemli etkilere sahipti. En az üç nesli kapsayan bu sanatçı ailesinin hikayesi hem başarısızlık ve başarı hem trajedi ve zaferle anlatılabilir. Baba Carlo Bugatti, bir ressam, müzik aleti ve mobilya üreticisi, aynı zamanda gümüş sanatçısı olarak düzeni başlattı. Carlo’nun küçük oğlu Rembrandt, yeteneğini erken yaşta ortaya koyan ünlü bir bronz heykeltıraştı. Rembrandt’ın ağabeyi Ettore, teknik ve sanatsal dehasını otomotiv tasarımı dünyasına taşıdı. Carlo’nun torunu Jean da otomotiv dünyasında babası Ettore’nin ayak izlerini takip etti.

 

Bu şaşırtıcı aileyi yakından tanımak için önce 18. yüzyıla gidelim. Aile ağacının üst sıradaki fertlerinden olan Giovanni Battista Bugatti (1779–1869) Papalık Devletleri’nin resmi celladıydı. “Adalet Ustası” anlamına gelen “Mastro Titta” lakabını taşıyan Giovanni Battista’nın infaz memurluğu kariyeri, 17 yaşındayken başladı ve 1864’e kadar sürdü. Bu süre içinde 618 kişiyi infaz eden Giovanni Battista, 85 yaşındayken Papa IX. Pius tarafından aylık 30 scudi maaşla emekliye ayrıldı. 8 Mart 1845’te gerçekleştirilen idamlarından birini izleyen Charles Dickens bu sahneyi “İtalya’dan Resimler” (1846) adlı eserinde anlatmıştır.

 

Giovanni Battista ile Carlo arasındaki Bugattilerle ilgili bilgimiz ne yazık ki yok. Art Nouveau mobilyalar, mücevher modelleri ve müzik aletleri üreten bir dekoratör, tasarımcı ve üretici Carlo Bugatti (1856-1940), Lombardiya Krallığı olduğu dönemde Milano’da doğdu. Milano’daki Brera Akademisi ile Paris’teki Académie des Beaux Arts’taki eğitimlerinden sonra 1880’de Milano’da mobilya üretmeye başladı. Daha sonra üretimlerine Fransa’da devam eden Carlo’nun Milano’da bir atölyesi olmasına rağmen 1888’den itibaren İtalya dışında da adı duyulmaya başladı.

 

Art Nouveau estetiğinden etkilenen Carlo, o dönemde moda olan klasik, Barok veya Rönesans tarzı mobilyaların ağırlığını reddetti. Mobilyalarıyla ünlü olsa da gümüş eşyalar, müzik aletleri, seramikler, resimler yaptı ve iç mekanlar tasarladı. Carlo’nun çalışmaları, Oryantalist ve Mağribi görsel kültüründen etkilenen ‘egzotik’ unsurlarla organik şekilleri ve motifleri bir araya getirdi. Zengin dokunsal malzemeye sahip parçalar yaratmak için ahşap, parşömen ve bakır gibi doğal malzemeler kullandı.

Carlo, 1902’de Torino’daki İlk Uluslararası Modern Dekoratif Sanat Sergisi’nde spiral şeklinde olan ve sıra dışı heykel benzeri mobilyalarla dolu olan Salyangoz Odası’nı tanıttığında Avrupa’nın en avangart mobilya tasarımcılarından biri olarak adını daha da sağlamlaştırdı. Sadece kıvrımlı çizgiler ve hafif, doğal formlar etrafındaki Art Nouveau düşüncesinden etkilenmekle kalmadı, aynı zamanda 20. yüzyılda yenilikçi tasarımdaki sonraki evrimlerin gidişatını da etkiledi.

 

Carlo Bugatti, 1916’da oğlu Rembrandt’ın intiharından sonra daha az üretti ancak etkili olmaya devam etti. Eşi Teresa’nın ölümünden sonra son aylarını Molsheim’daki Bugatti fabrikasında bulunan dairesinde geçirdi. Nisan 1940’ta hayata veda eden Carlo’nun çalışmaları, ölümünden bu yana ilgi görmeye devam etti. Kendisinin tasarlayıp yaptığı çift taraflı bir masa, 2007’de 1,5 milyon dolara satılarak sanatçı için dünya müzayede rekoru kırdı. Carlo’nun çalışmaları, Chicago Sanat Enstitüsü ve Berlin’deki Kunstgewerbemuseum dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki müze koleksiyonlarında yer alıyor.

Carlo ve Teresa’nın büyük oğlu Ettore Arco Isidoro Bugatti (1881-1947) de Milano’da doğdu. Hiçbir zaman resmi bir mühendislik eğitimi almadı, ancak o kadar doğal bir yeteneği vardı ki babası vasıtasıyla 16 yaşındayken Milano merkezli bir taşıt üreticisi olan Prinetti ve Stucchi fabrikasına çırak olarak girdi. İki yıl içinde kendi otomobilinin prototipini geliştirdi, İtalya’da Reggio Emili’da yarıştığı ve kazandığı çift motorlu üç tekerlekli bir bisiklet olan Bugatti Type 1…

1901 İlkbaharında Milano Ticaret Fuarı’nda ödüllü bir sergi olan ikinci prototip olan Tip 2’yi geliştirince otomobil tasarımcılarının dikkatini çekti.

1871’den beri Almanya’nın bir parçası olan Alsace’da bulunan Niederbronn’daki Lorraine-Dietrich otomobil fabrikasında bir süre sonra teknoloji başkanı oldu. Akabinde ortağı Émile Mathis ile kendi otomobillerini ürettilerse de bir süre sonra yolları ayrıldı. 1909’da günümüzde Fransa’nın Alsace bölgesindeki o zamanki Alman kasabası Molsheim’da, Automobiles E. Bugatti adlı kendi şirketini kurdu. O sırada çoktan döneminin en hızlı, en lüks ve teknolojik olarak en gelişmiş yol arabalarından bazılarıyla tanınıyordu. Yarattığı olağanüstü mühendislik ile Bugatti Type 35B, 1929 yılında ilk kez yapılan Monaco Grand Prix’sini kazandı.

Ettore, I. Dünya Savaşı nedeniyle Alsace’deki evinden ayrıldığı dönemde uçak motorları tasarlamaya başladı. İki dünya savaşı arasında da Autorail Bugatti adlı bir motorlu raylı vagon tasarladı ve Model 100 adlı bir uçak yapmak için hükümetle bir sözleşme imzaladı. Uçak, Belçikalı mühendis Louis de Monge tarafından iki adet 50B tipi Bugatti motoru kullanılarak tasarlandıysa da II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle hiç uçamadı.

 

Oğlu Jean, bir yarış arabasını test ederken öldükten sonra şirketin serveti azalmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı Molsheim’daki fabrikayı mahvetti ve şirket mülk üzerindeki kontrolünü kaybetti. Bununla birlikte, Bugatti araçlarının mekanik beceri ve sanatsal tasarım mükemmelliğinin ideal kombinasyonları olarak mirası, onları herhangi bir otomobil tasarımı tarihinin sabit unsurları haline getirdi.

 

Ettore’nin müşteri ilişkileri ise ilginçti. Soğuk sabahlarda arabasının çalıştırılmasının zor olduğundan şikâyet eden bir Bugatti sahibine, “Efendim! Eğer bir Type 35 alabiliyorsan, kesinlikle ısıtmalı bir garaj da alabilirsin!” dediği söylenir. Bir modeldeki frenlerden şikâyet eden bir müşteriye söylediği bir diğer ünlü söz de “Arabalarımı gitmek için yapıyorum, durmak için değil!” idi.

 

Ettore Bugatti, 1947 yazının sonlarında Paris’in Neuilly banliyösünde bulunan Amerikan hastanesinde öldü. Uzun bir süredir geçirdiği felç nedeniyle zaten evinden dışarı çıkamıyordu. Molsheim’daki Musée de la Chartreuse, hayatına, çalışmalarına ve mirasına adanmış bir bölüm barındırıyor.

 

Carlo’nun küçük oğlu Rembrandt Annibale Bugatti (1884-1916) de Milano’da doğdu. Adını teyzesinin manzara ressamı olan eşi Giovanni Segantini vermişti. Babasının izini takip ederek sanatçı olmak sanki kaçınılmazdı. Babası Carlo’ya tasarım stüdyosunda yardım ederek büyüdü.

 

Ettore, küçük kardeşinin yeteneğinden yoksun olduğunu fark ettiğinde sanattan vazgeçmişti. “İki tür sanatçı vardır, diye yazdı hayatının son yıllarında. “Doğuştan sanatçı olanlar... Kardeşim onlardan biriydi. Benim de dahil olduğum diğer tip ise sanat yaratmaya çalışan ama yetenekli olmayanlardır... Bir gün uyanıp başka bir şey yapmaları gerektiğini fark etmeliler. Sanata gerçekten saygı duyuyorlarsa, dururlar ve başka bir yol seçerler.” Ettore, sanatçılığı kardeşine bırakıp mühendis olmayı seçmişti.

 

Rembrandt’ın ilk heykelleri arasında, 16 yaşındayken yaptığı ve babasının atölyesinde bulduğu kilden modellediği dört inekten oluşan bir grup vardı. Aile, 1902’de Paris’e taşınıp zanaatkarların içinde yaşamaya başlayınca heykel tek uğraşısı oldu. On dokuz yaşındayken, 1903’te Venedik Bienali’nde ilk heykel sergisini açtı.

 

Vahşi yaşama olan tutkusunu hayvan heykelleriyle ortaya koyuyordu. Özellikle egzotik hayvanları konu olarak alıyor ve onları heykellerinde çarpıcı şekillerde gösteriyordu. Bu hayvanların çoğu Avrupa için yeniydi ve heykelleri genellikle izleyicilerin onlarla karşılaştığı ilk yoldu. 1905 tarihli “Yürüyen Üç Panter” adlı eseri, bu canlılara olan yakınlığının tüm ihtişamıyla ikonik bir örneğidir.

1911’de 27 yaşındayken Fransız Légion d’Honneur sanat ödülüne layık görüldü. Eserleri, 1912 Yaz Olimpiyatları’ndaki sanat yarışmasında heykel etkinliğinin bir parçasıydı. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Antwerp’teki bir askeri hastanede gönüllü olarak sağlık görevlisi olarak çalıştı; bu deneyim, Bugatti’de, artık sanatsal çalışmalarına eskisi kadar zaman ayıramadığı için ortaya çıkan mali sorunlarla daha da kötüleşen depresyonun başlangıcını tetikledi. Aynı zamanda, Antwerp Hayvanat Bahçesi, yem sıkıntısı nedeniyle hayvanlarını öldürmeye zorlanınca Rembrandt bundan derinden etkiledi çünkü heykellerinin konusu olarak birçoğunu kullanmıştı.

 

Ettore’nin Bugatti’lerinin gerçekten de sanat eseri olduğuna şüphe yok tabii, hız için tasarlanmış-üretilmiş sanat, ancak yine de sanat. Bu sanata en büyük katkı ise tartışmasız bir şekilde Bugatti’nin en büyük başarısı olan ve 1926 yılında yalnızca 6 adet ve hükümdarlar için üretilen “Bugatti Royale”in ön tarafına yerleştirilen Rembrandt’ın heykellerinden birinin bronz kopyası oldu, ünlü şaha kalkan fil.

Rembrandt, depresyonunu kontrol edemediği bir dönemde 31 yaşındayken intihar etti. Eserleri günümüzde milyon dolarlarla ifade edilebilecek fiyatlara satılıyor.

 

Ettore’nin oğlu Jean (Gianoberto Maria Carlo, 1909-1939), Köln’de doğdu. Daha gençken Bugatti Otomotiv’in ayrılmaz bir parçası haline geldi. Type 41 Royale’in tasarımlarına öncülük etti ve Roadster gövdesiyle dönemin en ikonik spor arabalarından biri olan Type 55’i yarattı. Ayrıca, Bugatti’nin en popüler modellerinden biri haline gelen bir tur arabası olan Type 57’yi de tasarladı.

 

Jean’in etkisi, Bugatti’yi II. Dünya Savaşı’ndan önce Avrupa’nın en saygın lüks otomobil üreticilerinden biri haline getirmede kilit rol oynadı. 1939’da Type 57C Tank, Le Mans yarışını kazandıktan sonra Jean onunla kapalı yolda bir sürüşe çıktı. Sarhoş bir bisikletliye çarpmamak için manevra yapan Bugatti, savruldu ve araç hakimiyetini kaybederek öldü, henüz 30 yaşındaydı. Araba bir daha üretilmedi.

Ettore’nin kızı Lidia (1907-1972) Graffenstaden’de doğmuştu. O da bir sanatçıydı, ancak yaşamı boyunca elde ettiği başarıya rağmen kariyeri artık nispeten unutulmuş durumda. 1925 ile 1940 yılları arasında Bugatti Grand Prix arabalarıyla doğanın görüntülerini yan yana getiren bir dizi suluboya resim çizdi.

Lidia, amcası Rembrandt’ın hayvanları tasvir etme konusundaki ilgisini paylaşıyordu, onun dökümhanesinde zaman zaman bronz heykeller döktü. 1972’de Paris’te öldü.

Jean Bugatti

 

Lidia Bugatti

Üretilen orijinal Bugatti’lerin sayısı 8.000’den az, günümüzde bir Rembrandt Bugatti heykeliyle hemen hemen aynı fiyata satılıyorlar. Bir Bugatti’ye sahip olmak her zaman bir prestij oldu.

Fransız dansçı ve motor yarışı sürücüsü Hellé Nice, 1929’da parlak mavi bir Bugatti ile ilk kadınlar Grand Prix’sini kazandı. 

 

Elbette etrafında hikayeler de üretildi. Örneğin Isadora Duncan’ın bir Bugatti kullanırken atkısının tekerleklerine dolanması sonucu öldüğü iddia edilir, oysa gerçek, kullandığı arabanın bir Amilcar olmasıdır.

 

Volkswagen, Bugatti markasını 1998’de satın aldı ve ilk kez 2005’te adını, Bugatti’nin efsanevi yarış pilotu olan Pierre Veyron’dan alan “Bugatti Veyron”u piyasaya sürdü. Pek çok özel tasarımla az sayıda üretilen araçlardan özellikle Bugatti Veyron 16.4 Grand Sport L’Or Blanc, ilk kez bir otomobilin dış ve iç mekânında yüksek kaliteli porselen kullanıldığı bir örnektir. Ettore Bugatti’nin geleneğine de sadık kalınarak yapılmış olan bu tasarımda Rembrandt Bugatti’nin ünlü dans eden filinden yola çıkılmıştır.

Yollarınız hep açık ve uzun olsun sevgili okur, belki bir gün bir yerde karşılaşırız.

Ayşe Bayvas

Fethiye, 15.05.2025

Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkedin'da paylaş Whatsapp'da paylaş