Yükleniyor
İTALYA'NIN LİMON KOKUSU -2
İTALYA'NIN LİMON KOKUSU -2

Geçen ay, İtalya’nın “Mavi Kurdele”sinde dolaşmaya başlamış ve Salerno’dan Ravello’ya gelmiştik. Burada gül kokularıyla dinlendiğimize göre artık devam edebiliriz. Ravello’dan kıyıya indiğinizde kıvrımlı yol, sizi döneminde İtalya’nın en güçlü deniz cumhuriyetlerinden Amalfi’ye getirir. Duomo Meydanı ise kafeleri, dükkânları ile tüm gün boyunca kasabanın kalbinin attığı yer. Meydandaki 1760 tarihli Aziz Andrea ve dört küçük kanatsız melekten oluşan Sant’Andrea Çeşmesi’nin mimarı Napolili Gennaro Pagano. Onun yanından çıkacağınız ve küçük meydana tepeden bakan görkemli St.Andrea Katedrali’nin konumu ve heybeti, Amalfi’nin bağımsız bir cumhuriyet geçmişi olduğunu bildiğimize göre şaşırtıcı değil.

Katedralin Hz. İsa’nın havarisi ve onun kilisesini emanet ettiği Aziz Petrus’un kardeşi olan Aziz Andreas’a adanmasının nedeni, azizin kutsal kalıntılarına sahip olması. 1204 yılında yapılan ve 1261 yılına kadar süren Konstantinopolis işgaline yol açan IV. Haçlı Seferi’ne katılan Amalfili denizcilerin Konstantinopolis’ten kaçırdıkları kutsal emanetler ile Katolik katedralin önemi artmış. Oysa Aziz Andreas, Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin baş azizi. Onuncu yüzyılda inşa edilen kilise, Romanesk’ten Barok’a ve Rokoko’ya uzanan mimari özelliklere sahip. Katedralin 11. yüzyıla tarihlenen bronz kapısı ise Arap ve Romanesk etkileriyle görenleri büyülemeye devam ediyor.

Barok üslupta yeniden düzenlenen transeptli ve apsisli bazilikal planlı iç mekânın tamamı, işlenmiş mermerler ve antik sütunlarla kaplıdır. Koruyucu azizin mezarı üzerine inşa edilen kripta, en büyüğü Aziz Andreas’ın bedeninin Amalfi Katedrali’ne getirilişini temsil eden değerli fresklerle süslüdür.

Katedralin esas can alıcı noktası ise arkadaki tropik bahçe içerisinde yer alan Chiostro del Paradiso’dur (Cennet Manastırı). Orta Çağ’da Amalfi’nin soylu aileleri için mezarlık olarak kullanılan manastırın Orta Doğu saraylarındakine benzer sivri kemerlerin yer aldığı beyaz ve ince sütunlarının tamamen doğuya özgü zarafeti, Arap dünyasının Amalfi üzerindeki tüm etkisini vurguluyor.

Katedralin size verdiği yoğun hislerden sonra merdivenlerinde limonun tadını iliklerinize kadar hissedeceğiniz bir dondurma yemeyi ihmal etmeyin. Çünkü bunu hak ettiniz! Soluklandığımıza göre biraz sokaklarda dolaşalım, hediyelik eşya dükkanlarında gördüğümüz el yapımı kağıtların peşine düşelim. Amalfi, tarihi boyunca tüm dünyada bir kâğıt üreticisi olarak ün kazanmış ve kâğıt endüstrisini geliştirmiştir. Çoğu kâğıt fabrikası Valle dei Mulini’de yani Değirmenler Vadisi’nde bulunuyordu. 1700 yılına ait bir belgeye göre merkezde 11 kâğıt fabrikası vardı. Bu belgeden kâğıt üretimi için Amalfi ve çevresinden gelen paçavraların ezilerek işlem yapıldığını, hangi ölçülerin kullanıldığını ve kâğıt üreticilerinin görevlerini öğreniyoruz.

Değirmenler coğrafi konumları nedeniyle yağışlı mevsimlerde sel ya da yaz mevsiminde yaşanan kuraklıkların neden olduğu zararlara maruz kalıyordu. Tarihsel, politik ve sosyal açıdan karmaşık ve güçlü değişimler, daha da önemlisi yaklaşmakta olan sanayileşme, Amalfi Sahili’ndeki bu özel kâğıt fabrikalarını çok etkiledi. Kısacası bakımlarını yapamadılar. Aslında yavaş ama aşamalı düşüşün bir nedeni de küçük ve dar Amalfi’ye ulaşımın zor olması, hem malzemelerin temini hem de üretimin teslimatında sorunlara neden oluyordu. Amalfili kâğıtçılar tüm zorluklara rağmen nesilden nesile, babadan oğula geleneği aktardılar. Kâğıt endüstrisine yönelik son darbe, Kasım 1954’teki bir sel oldu ve çoğu kâğıt fabrikası zarar gördü. Bundan sonra Hotel dei Cappuccini’ye tırmanabilirsiniz, 13. yüzyılda San Pietro della Canonica Manastırı olan bu bina şimdi Amalfi’nin en muhteşem manzaralı otellerinden biri. Yazının başında söz ettiğim IV. Haçlı Seferi’ne katılan Kardinal Pietro, Konstantinopolis’ten dönüşünde getirdiği azizlere ait kutsal emanetleri manastıra yerleştirmişti. Dikdörtgen planlı üç tarafı sivri çapraz tonozlu revakla çevrili manastır, Amalfi’nin en etkileyici yapılarından biridir.

Bilirsiniz, bilim tarihinde “4 büyük icat” diye bir tanım vardır. Kâğıt, tekerlek, barut ve pusula. Pusulaya dair ilk yazılı belge 1044 yılına dayanır. Bir Çin kitabında bir yolcunun çölde gezinebileceği inanılmaz bir cihaz anlatılır. Kırk yıl sonra gene bir Çinli tarafından ayrıntılı olarak tanımlanan pusulanın suya batırılmış bir ağaç çubuğa takılan bir metal parçası olduğunu öğreniyoruz. Bu şekilde manyetik rezonans sağlanıyor ve çubuğun demirin tutturulduğu kısmı kuzeyi gösteriyordu. Pusulanın tasarımını geliştiren ilk Avrupalı ??bilim adamı, İtalyan Flavio Gioia idi. Deniz kıyısındaki küçük meydan, yaptığı çalışmalarla pusulayı geliştiren ve kaptanların denizde yönlerini doğru bulmasını sağlayan bilim insanının adını taşıyor. Adı, bir ay kraterine de verilen Gioia, biraz sonra ulaşacağımız Positanoluydu.

Burada eski tersanenin kalıntıları da görülür. Arsenale, Amalfi Denizcilik Cumhuriyeti’nin savaş gemilerinin inşa edildiği ve onarıldığı bir tersaneydi. Bina ilk kez 1059 tarihli bir belgede Arapça “arsena” veya “arsìna” terimiyle karşımıza çıkıyor. Amalfi Tersanesi’nin bir kısmının yok olmasına neden olan deniz fırtınalarından biri, 25 Kasım 1343’te Napoli Körfezi ve Salerno’yu vuran fırtınaydı. Yirmi saat süren olağanüstü büyüklükteki dalgalar ve hortumlar, Napoli’de bulunan şair Francesco Petrarca’nın hayranlık ve korku dolu dizleriyle ölümsüzleşmiştir. Tersanenin bir kısmı, son olarak Sorrento’ya giden devlet yolunun geçişi için 19. yüzyılda yıkıldı. Amalfi Denizcilik Cumhuriyeti’nin çöküşünden sonra, Arsenale orijinal işlevini kaybetti ve çok farklı şekillerde kullanıldı, hatta tarifeli otobüsler için bir garaj haline bile geldi. Büyük tarihi önemi ancak 1934’te anlaşıldı, restore edildi ve halka yeniden açıldı.

Amalfi’den ayrıldığımızda ilk ulaşacağımız yer, Conca dei marini oluyor. Adındaki “Marini”, tahmin edebileceğiniz gibi bir zamanlar orada yaşayan çok sayıda denizcinin anısına. Havza şeklindeki Conca dei Marini’nin, Tirenliler tarafından Cossa adıyla kurulduğu kabul ediliyor. MÖ 272’de onu bir koloniye dönüştüren Romalılar tarafından fethedilen bu küçük sahil köyü, II. Pön Savaşı sırasında Roma’ya hatırı sayılır bir katkı sağladı. Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Conca, yakınlardaki Amalfi Denizcilik Cumhuriyeti için bir destek üssü haline geldi ve böylece Akdeniz’in diğer halkları ile ticari ilişkilerini sürdürerek denizcilik alanındaki becerisini daha da artırdı.

Aragonluların, Habsburgların ve Bourbonların egemenliği altında ticarette büyüyen Conca korsanlardan da nasibini aldı, hatta Haziran 1543’te beş Türk korsan Capo di Conca’ya çıktı ve tüm şehri yağmaladı. Bir başka şiddetli darbe, 1528 ve 1556 yıllarındaki veba salgınıydı. On dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar ticaret gemileri tarafından kullanılan yerleşmenin ana ekonomik kaynağını günümüzde kitle turizminin yanı sıra balıkçılık ve tarım oluşturuyor. Özellikle limon ve çeri domates yetiştiriciliği ön planda. Amalfi’nin batısında giderek daha da güzelleşen küçük dağ yolu tekne, teleferik ya da kayalardan oluşan basamaklarla ulaşabileceğiniz zümrüt suların olduğu deniz mağarası Grotta dello Smeraldo’dan geçer.

Binlerce yıl önce, mağara muhtemelen deniz seviyesinden yüksekte bulunuyordu, bu da içeride hala görülebilen düzinelerce sarkıt ve dikitin büyümesine yol açmış. Buradan sonra nehirlerle oyulmuş bir vadinin denize ulaşan yerinde kurulan Furore’ye ulaşıyoruz.

Roberto Rossellini’nin 1948’de burada çektiği “L’amore” filminin başrolünde o zamanlar yönetmenle romantik bir ilişkisi olan Anna Magnani vardı. Vaktiniz olursa lütfen bu filmi izleyin ve giderseniz de evlerden birinde onlara adanmış küçük müzeyi ziyaret edin.

Kayalar arasına sıkışmış Positano’nun daracık alanına yapılabilecek inşaat alanlarının bitmesinden sonra gözler yanı başında yer alan Praiano kasabasına çevrilmiş ve muhteşem bir koya nazır bu kayalık yamaçlarda, arka arkaya tasarım harikası oteller, villalar yapılmaya başlanmış. Tüm sahildeki en sakin ve sessiz yerlerden biri olan Praiano’ya âşık olmamak elde değil. Kasabanın içinde limon ve narenciye kokuları arasında daracık taş patikalardan yürüyerek ulaştığınız restoranların balkonlarından nefes kesen manzaralara nazır muhteşem yemekler yemek mümkün.

Gündüz ise güneşlenip denize girmek için ideal küçücük kuytu plajı son derece mütevazı olsa da Amalfi sahilin neredeyse en güzel deniz mahsullerini burada bulabilirsiniz. Eskiden Frank Sinatra gibi ünlülerin gözlerden uzak kokteyl mekânları olan sahil kenarındaki kayalara oyulmuş Africana Club ise gerçekten eşsiz bir yer. Praiano’daki ipek endüstrisi ne yazık ki 19. yüzyılda ortadan kaybolduysa da 1800’lerde civardaki mercanların keşfiyle, Praiano’nun ekonomisi yeniden canlanmış ve turizm alanında gelişmiş.

Orta Çağ devleti Amalfi’nin liman şehirlerinden biri olan Positano, daha çok 16 ve 17. yüzyıllarda gelişti. On dokuzuncu yüzyılda cazibesini yitirdi ve halkı akın akın Avustralya’ya göç etti. 1930’lara kadar da mütevazı bir balıkçı kasabası olarak kaldı. John Steinbeck’in Mayıs 1953’te Harper’s Bazaar’da yayınladığı makalesiyle ABD’de meşhur ettiği Positano, kayalardan sarkan evleri ve aralara sıkışmış jakaranda ağaçlarının olduğu bahçeleriyle adeta bir film setidir.

Dokuzuncu yüzyıl öncesinde bir dönem Bizans’ın hakimiyetine giren bölgede Konstantinopolis’ten götürülen birçok kutsal objeden biri ‘Siyah Madonna İkonası’. Efsaneye göre, korsanların İstanbul’dan kaçırdığı ikona, Akdeniz üzerinden taşınırken Positano’nun karşısında fırtına başlamış ve korkan denizciler bu sırada gemiden “Posa, posa!” (Koy! Koy!) diye bir ses duymuşlar. Böylece ikona gemiden indirilmiş ve balıkçı köyüne taşınmış. Bunun üzerine fırtına dinmiş ve bu olaydan sonra buranın ismi Positano diye anılmaya başlamış. Bugün kasabanın sahilindeki kilisenin en değerli objeleri arasında.

Her Positano fotoğrafında majolica çinileriyle hemen fark edilen Santa Maria Assunta Kilisesi, Siyah Madonna’nın getirilmesinden sonra önem kazanmış. (Majolicanın etkileyici bir hikayesi olduğunu da söylemeliyim.) Başlangıçta tek nefli olan Santa Maria Assunta Kilisesi, 1782’de tamamlanan çalışmalardan sonra üç nefli hale dönüştürülmüş. Meşhur Madonna’yı ise sunakta göreceksiniz zaten. Oldukça pahalı olan Positano’nun sokaklarına araba giremediğinden araçlarınızı epeyce yukarıda bırakıp yürümeniz gerekir.

Mağazalarda karşınıza çıkan kıyafetlerin özel bir kumaştan yapıldığını fark edeceksiniz. Bu ferah kumaş Positano adını taşıyor. Labirenti andıran sokaklardan geçip sahile ulaştığınızda Spiaggia Grande adını taşıyan 300 metrelik siyah kumlu plajda güzel bir yürüyüş yapabilirsiniz. Pembe, turuncu, sarı renkli evlerin oluşturduğu büyüleyici ve neşeli manzarayı özellikle günbatımında buradan seyretmeniz lazım. Tabii bir de La Sirenuse otelin terasından… Sadece Sen (1994, Marisa Tomei, Robert Downey Jr.), Yetenekli Bay Ripley (1999, Matt Damon, Jude Law), Kızgın Güneş (2003, Diane Lane) gibi filmlerin çekildiği limon kokulu, begonvillerle bezeli sokaklarda dolaşmak için ilkbahar ve sonbahar aylarını tercih etmenizi öneriyorum.

Volkanik yapısından dolayı siyaha çalan gri renkteki kumlarıyla Fornillo Plajına da mutlaka gitmelisiniz. Hem daha az kalabalık hem de Spiaggia Grande’den daha ucuz. Casa Celeste’den plaja 440 basamak inerek ulaşabilirsiniz. Sahil yolunu devam ettiğinizde denizde küçük takımadalar göreceksiniz. Üç küçük adadan oluşan Siren adalarının adı, yüzyıllar önce burada meydana gelen batıkların adacıklarda yaşayan sirenlerin mırıldandığı şarkıların sonucu olduğunu söyleyen yerel bir efsaneden geliyor. Adaların hepsi özel mülkiyettedir. Hatta bir yunus şeklinde olan en büyüğü Gallo Lungo, 1988’de Rus dansçı Rudolf Nureyev tarafından satın alınmış ve sanatçının ölümünden sonra bir otel işletmesine devredilmiştir.

Buranın diğer ünlülerinden Cornelis Escher litograf baskı olarak Positano’nun evlerini, Picasso ve Paul Klee evleri, sokakları çizmişler. Yönetmen Franco Zeffirelli burada yaşamış, Elizabeth Taylor ve Richard Burton burada balık tutmuşlar. Maria Callas ve Leonard Bernstein da burada kalan diğer ünlülerden bazısı…

Mavi Kurdele’deki son durağımız, Napoliten şarkıların, limon kokusunun ve denizden esen ılık rüzgârların ülkesi olan Sorrento… Roma dönemindeki adı Surrentum. Kentte yapılan arkeolojik kazılarda çok sayıda köle ve azat edilmiş köle mezar taşlarına rastlanmış. Surrentum’un en önemli tapınakları Athena Tapınağı ile antik dünyada tek olan Siren Tapınağıydı. Kazılarda ortaya çıkarılan sikke çeşitliliği ticaret açısından zengin bir kent olduğunu gösterir.

Sorrento, Gerusalemme Liberata’nın yazarı şair Torquato Tasso’nun doğum yeriydi (16. yy). Lord Byron, John Keats, Johann Wolfgang von Goethe, Charles Dickens, Richard Wagner, Henrik Ibsen ve Friedrich Nietzsche tarafından ziyaret edilen Sorrento, aynı zamanda Maksim Gorki’nin de 1921-1928 arasındaki ikinci sürgünü sırasında yaşadığı yer. Gezimize şehrin ana kilisesinden başlayalım. Cattedrale dei Santi Filippo e Giacomo, antik bir Yunan tapınağının kalıntıları üzerine 11. yüzyılda yapılmış. Meryem’in Göğe Çıkışı’na ve havarilerden Filipus ile Küçük Jacopos’a adanan kilise, tarihi boyunca birçok değişiklik geçirmiş. Kiliseden yaklaşık elli metre uzağa taşınan çan kulesi, 11. yüzyıla tarihlenen ve sütunlarla süslenmiş Romanesk bir kaide üzerinde duruyor.

Corso Italia, çeşitli barlar ve restoranlar bulabileceğiniz yoğun bir alışveriş caddesi olmasıyla ünlü. Tamamen yaya bölgesi olması onu daha da cazip kılıyor.

Meydanda bugün Aziz Antonino heykelinin bulunduğu yerde, 1843’te yıkılan Aragonlu Ferdinand (15. yüzyıl) dönemine ait bir kale vardı. Vadiler boyunca inşa edilen ve 16. yüzyıla tarihlenen surlar 1844 yılında yıkılmış. Aynı dönemde mevcut Corso Italia’yı sınırlayan tüm 19. yüzyıl binaları, önceden var olan binaların yeniden düzenlenmesiyle ortaya çıkmış.

Şehrin anayolu caddesi olan Corso Italia’nın orta bölümü olarak tanımlayabileceğimiz Piazza Tasso’da Aziz Antonino’nun heykelinin baktığı tarafta Santuario della Madonna del Carmine var. Buradaki ilk yapının bir pagan tapınağı olduğu biliniyor ama kime adandığı belli değil. Üçüncü yüzyıl başında burada yapılan ilk kilise zaman içinde büyütülmüş ve 16. yüzyılda, Karmelit keşişlerine verilmiş.

Buradan iki dakikalık bir yürüyüşle şehrin büyük kiliselerinden birine ulaşırsınız. Sorrento’daki en tanınmış kilise, şehrin koruyucu azizi olan ve 625 yılında ölen Antoninus’a adanan bu kilisedir. On birinci yüzyılda azizin kalıntılarının bulunduğu yerdeki 9. yüzyıl kilisesinin üzerine yapılmıştır. Sorrento’ya giden üç ana yolun birleştiği yerdedir.

Artık çalışmıyor olsa da görmenizi önerdiğim bir yer daha var. Sorrento Füniküleri. Buharla çalışan bu raylı sistem ve Sorrento’nun üst terminalini tüf kayalıklara Romalılar tarafından oyulmuş bir tünelle Napoli Körfezi’nin birkaç yüz metre altındaki limana bağlıyordu. Sistem, İtalyan mühendis Alessandro Ferretti (1851-1930) tarafından tasarlandı, 1883’te çalışmaya başladı.

Füniküler 260 metre uzunluğundaydı, 170 metresi Roma tünelinin içinde ve kalan kısmı açık havadaydı. Yüzde 15 eğimli bir pistte çalışan tek yolcu vagonu 12 yolcu taşıyordu ve üst terminalin olduğu Hotel Vittoria’nın elektrik aydınlatmasını da çalıştırmaya yetecek kadar 8 beygirlik bir buhar motoruyla çalışıyordu. Buharla çalışan makinelerin ihtiyacı olan günlük 12 metreküp su, içme suyu için tasarlandığı halde içilebilir olmayan Spasiano sarnıçlarından karşılanıyordu.

Hotel Vittoria’nın sahipleri hem fünikülerin gürültülü çalışması hem de otel müşterisi olmadığı halde sahile gitmek için füniküleri kullanan yolculardan şikâyet eden seçkin müşterileri kızdırmamak için 1898’de füniküleri kapattılar. Hotel Vittoria bugün de beş yıldızlı oldukça lüks bir otel.

Sorrento’da ilginizi çekecek müzeler de var; Arkeoloji Müzesi, ahşap eserlerin sergilendiği Museo-Bottega Della Tarsia Lignea ve ağaç işleri, antika eşyalar, resimler ile porselenlerin yer aldığı bir aile koleksiyonuna sahip Museo Correale di Terranova benim favorilerim.

Mis kokulu limonlarıyla meşhur Sorrento, elbette iyi bir Limoncello merkezi, bu konuda tanınmış dükkanlara uğrayın mutlaka. Limonla ilgili aklınıza gelen her şeyin satıldığı dükkanlara da…

Şehrin birçok yerinde harika manzaralara sahip limon terasları bulunuyor. Bu teraslardan birine çıkarak limon kokularının eşliğinde Vezüv’ü seyrederek güneşin batışını izlemeden Sorrento’dan ayrılmayın. Sorrento’da o kadar güzel iner ki akşam… Umarım bu güzelliği yakalama fırsatınız olur. Yollarınız hep uzun ve açık olsun sevgili okur, belki bir gün bir yerde karşılaşırız.

Fethiye, 20.06.2024

Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkedin'da paylaş Whatsapp'da paylaş