

Yazar: Ayşe Bayvas
İlkbahar, en çok heyecanla beklenen mevsimdir. Kışın kısa günleri ve uzun gecelerinden sonra, yeniden doğuş mevsiminin yolda olduğunu gösteren küçük işaretleri dikkatle izleriz: karın altından çıkan yeşil bir filiz, soğuk bir güne eklenen bir dakika. Mevsimin zengin sembolizmi ve güzelliği haliyle onu tarih boyunca sanatçıların favori konusu haline getirmiştir. Gelin bu ay sizinle 15. yüzyılın sonlarında Floransa’ya gidelim; güç, para, sanat, mitoloji, felsefe ve aşk üzerine sohbet edelim. Bakalım neler bulacağız…
On beşinci yüzyılın sonlarında Floransa, gelişen bir ekonomiye sahip olan büyük bir sanat merkeziydi. Şehri, bankacılardan oluşan Medici ailesi yönetiyordu. Bankaları Avrupa’nın en güçlü bankasıydı ve müşterileri arasında Papa bile vardı. 1434’te Cosimo de' Medici (1389-1464) ile iktidara geldiler ve iniş çıkışlarla birlikte 1737’ye kadar iktidarda kaldılar. Cosimo, bir yandan Kuzey İtalya’ya barış getirmek için çalışırken aynı zamanda hem kent yönetiminde istikrar sağladı hem de ailesini şehirde etkin bir konuma getirdi. Ancak hem aile hem de şehir, Cosimo’nun torunu olan Muhteşem Lorenzo’nun yönetimi sırasında zirveye ulaştı. Devlet adamı, yazar ve sanat hamisi olan Lorenzo de’ Medici (1469-1492), 15. yüzyıl İtalya’sının politik hayatının yanı sıra hümanist anlayışın ve Rönesans kültürünün de önemli simalarındandır. Kent, Lorenzo’yu pek az kişiye verilen “Muhteşem” unvanıyla onurlandırmıştı. Floransa Cumhuriyeti’nin sancaktarları “Muhteşem Messere” olarak adlandırılırdı. “Messere”, efendi anlamına gelir. Lorenzo çok gençken henüz sancaktar olmadan bu unvanı almıştı ve yüzyıllar boyunca “Muhteşem” olarak anıldı.
Bu dönemde Lorenzo’nun başında bulunduğu ve üyeleri arasında Marsilio Ficino (1433-1499), Giovanni Pico della Mirandola (1463-1494) ile Poliziano’nun (Angelo Ambrogini, 1454-1494) bulunduğu Careggi Akademisi (Floransa Akademisi veya Platoncu Floransa Akademisi), Yeni Platoncu kavramların Avrupa’ya yayıldığı bir merkez haline gelmişti.
Sandro Botticelli (Alessandro di Mariano Filipepi, 1445-1510), hocası Fra Filippo Lippi’nin atölyesinden ayrıldıktan sonra 1470’te kendi atölyesini kurmuş ve Floransa sanat dünyasının parlayan ustalarından biri haline gelmişti. Floransa sanat ortamının en temel özelliklerinden birisi çizgiye önem vermesiydi ve çizgi açısından da en zarif dokunuşları yapan kişi Botticelli’ydi. En büyük hamisi Muhteşem Lorenzo idi ve yeni felsefi akımların tam içinde yaşıyordu.
Bu felsefelerin resim sanatındaki en etkileyici görüntülerinden bazısı Botticelli’ye aittir. Özellikle “İlkbahar” tablosu sanat tarihinde en ünlü ve anlaşılması en zor alegorilerinden biridir. Eserin adını 1550’de Floransa’nın hemen dışındaki Villa Castello’da resmi gören sanat tarihçisi Giorgio Vasari koymuştur. “La Primavera” (İlkbahar)...
Resmin tarihi kayıtları da kompozisyonu da bir bilmece gibidir. Anlatımın özü birden çok edebi metnin karışmasıdır her şeyden önce. Ayrıca Botticelli’nin bazı antik figürlerden esinlenmiş olması da söz konusudur. Son olarak da Venüs’ün solunda ve sağında bulunan iki grubun o dönemde Floransa’da ve Medici Sarayı’nın yakın çevresinde popüler olan felsefi bir teori olan Yeni Platonculuk fikirleri aracılığıyla bir araya geldiğini eklemeliyim. Yeni Platonculuk, Platon’un felsefesini Hristiyan ahlakıyla ilişkilendirir. Teoriye göre resimde iki tür sevgi vardır: Zephyr ile temsil edilen şehvetli arzu ve Üç Güzeller tarafından temsil edilen Tanrıyla bağlantı kurmanın saf arzusu.
Yemyeşil bir bahçede buluruz kendimizi. Rönesans Floransa’sının kıyafetlerine bürünmüş, toplam dokuz kişiden oluşan bir grup portakal ağaçlarının arasındadır. Portakalın Latince adı olan “Citrus Medica” ile defne ağaçları (Latince Laurus) Medici ailesine ve Lorenzo adına atıf yapar. Dikkat etmemiz gereken ilk şeylerden biri perspektif açısından çok az şey kullanılmış olmasıdır, Erken Rönesans ustalarından bazılarının 15. yüzyılda çok etkili bir şekilde kullandığı tek noktalı doğrusal perspektifi burada görmeyiz. Ayrıca, figürlerin çoğunun Floransa saray zevkine göre uzun ve ince uzuvlara sahip olduğunu ve oldukça zarif göründüğüne de dikkat etmeliyiz.
Ortada ilk gözümüze çarpan Venüs ise de aslında resim sağdan sola okunmak için yapılmıştır ve tüm figürler birbirine bağlanır.

Resmin en sağındaki mavi-yeşil tenli adam, peri Cloris’i kovalayan Batı Rüzgârı Zephyr’dir. Ovidius’un (MÖ 20-MS 17) MS 8’de yazdığı altı ciltlik epik şiiri Fasti’de Roma takvimindeki ayların kökenlerini açıklarken Mayıs’a ayrılan bölümde Chloris’in Zephyr tarafından saldırıya uğradığını öğreniyoruz. Daha sonra yaptıklarından pişman olan Zephyr, Chloris’i Flora’ya dönüştürür ve ona her zaman ‘Bahar’ olacak bir bahçe verir. Birleşme ve ardından gelen dönüşüm, Cloris’in ağzından çıkan ve Flora’nın elbisesine konan çiçeklerde karşımıza çıkar. Resimde iki kadın birbiriyle bağlantılı ancak yabancıdır. Cloris’in tül inceliğindeki elbisesine karşılık Flora çiçek motifleriyle zengin bir şekilde süslenmiş bir elbise giyer. Botticelli’nin önce Chloris’in tül elbisesinde çiçeklerin silüetlerini göstererek, bu çiçeklerin sonunda Flora’nın elbisesini süslediklerinde alacakları formu belli belirsiz ima etmesi de yaratıcı zekasının bir göstergesidir. Ovidius’un eserinde okuyucuya ‘o zamana kadar dünya tek renkti’ denmektedir. Chloris’in isminden rengin yeşil olduğu tahmin edilebilir -yeşil için Yunanca kelime khloros’tur, klorofil gibi kelimelerin köküdür- ve Botticelli’nin Zephyr’i mavimsi yeşil tonlarında çizmesinin nedeni bu olabilir.
Flora figürü, Uffizi’de bulunan ve MS 1. yüzyıldan kalma Carrara mermerinden yapılmış bir Roma heykeli olan ‘Hora’dan esinlenilmiş olabilir; bu heykel aynı zamanda Roma’da meyvelerin tanrıçası Pomona’nın bir tasviri olarak da tanımlanır. Botticelli zamanında Roma’da Del Bufalo bahçelerinde olduğu düşünülen bu heykeli sanatçının 1481-1482 yıllarında Roma’da kaldığı süre boyunca görmüş olma ihtimali yüksek. Ayrıca Flora’nın pozu aynı zamanda ‘Venüs’ün Doğuşu’na ilham veren ve 15. yüzyıl Toskana’sında zaten yaygın olarak bilinen ‘Venus Pudica’ya da atıfta bulunmaktadır.
%2Dmin.jpeg)
Ortada bulunan Venüs’ü şimdilik atlayarak diğer figürlere geçeceğim. Venüs’ün başının üzerinde resmedilen Aşk Tanrısı Cupid, Venüs’ün sağında ileride duran Üç Güzelleri hedef almış şekilde ok atar pozisyondadır. Gözlerinin bağlı olması “aşkın gözü kördür” bağlamlı bir mesaj içerir.
%2Dmin.jpeg)
William Shakespeare, yüz yıl kadar sonra ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda “Aşk gözlerle bakmaz ama zihinle bakar ve bu nedenle kanatlı Cupid kör resmedilir.” diye yazdığına göre bu görüş yüzyıllardır hiç değişmemiş.

Aşk Tanrısı’nın okunun ucu, Üç Güzeller’in merkezi figürü olan ve başını tuvalin soluna doğru, dışa doğru çeviren figürü işaret eder. Bazı araştırmacılar, figürün bakışlarını Merkür’e çevirdiğini ve burada tablonun diğer tarafındaki Chloris ve Zephyr’e alternatif bir çift yaratıldığını ileri sürerler. El ele tutuşarak dans eder gibi görünen bu figürler (Castitas-iffet, Voluptas-zevk ve Pulchritudo-güzellik) hem bedensel hem de ruhsal güzelliğin bir uyum içinde bir araya geldiğini ifade eder. Boynunda bir mücevher olan Pulchritudo, teslimiyetçi bir pozda Castitas, darmadağınık ve asi saçlarıyla Voluptas hemen tanınırlar. Romalı yazar Seneca (MÖ 4–MS 65) onlardan “herkesin gözünde saf, lekesiz ve kutsal” olarak bahseder. Botticelli bu tanımı başlarındaki saflığı simgeleyen incilerle anlatmıştır. Onların da giysileri şeffaftır, bu da Botticelli’nin bu tür kumaşları tasvir etmedeki ustalığını gösterir. Botticelli’nin bu figürleri yaratırken gene Del Bufalo bahçelerinde görmüş olabileceği bir heykel grubundan esinlendiği söylenebilir.
En solda yer alan Merkür’ü, yılanların sarıldığı kanatlı asası caduceus’unu yağmur bulutlarını Venüs’ün bahçesinden uzaklaştırmak için kullandığını görürüz. Merkür’ün ayakkabıları Donatello’nun yaklaşık elli yıl önce yaptığı bronz Davut’un ayakkabıları ile aynıdır.
Venüs için de gene Roma sanatından ‘Venus Victrix’ten yararlanmış olmalı. Botticelli’nin tanrıçası, sağ kolunu kaldırmış, sol kolu kalçası boyunca aşağıda, bir dizi hafifçe kırık diğeri hareketsiz ‘Venüs Victrix’ figürü ile aynı duruştadır. Bir Mersin ağacının koyu yaprakları bir hale gibi Venüs’ü çevreler. Antik yazar Hesiodos’a göre Venüs, Uranüs’ün menisinin sulara düşmesinden sonra denizden doğmuştur. Bir kabuk içinde kıyıya çıktığında çıplaklığını Mersin ağacı dallarıyla örtmüştür ve böylece bitki onun için kutsal hale gelmiştir.
Tam burada konuyu bağlamak için eserin sipariş aşamasına döneceğim mecburen. Resmin 16. yüzyılın başlarında, ‘Venüs’ün Doğuşu’ ile birlikte Castello’daki Medici Villası’nda bulunduğu kesindir. Eser aslında 1498 gibi erken bir tarihte, Lorenzo di Pierfrancesco de’ Medici’ye ait olan ve Popolano olarak bilinen Floransa’daki Via Larga’daki bir sarayın envanterlerinde yer almaktadır; daha sonra Vasari’nin “Sanatçıların Hayat Hikayeleri” kitabının ilk baskısının yayınlandığı 1550’de görmüş olması gereken Castello’daki villaya transfer edilmiştir. Günümüzde Palazzo Medici Riccardi olarak bilinen Medici Sarayı’nın yakınındaki Via Larga’daki saray, bu nedenle eserin orijinal yeri olmalı, ancak tam olarak ne zaman yapıldığını bilmiyoruz.
.jpeg)
Bir görüşe göre Muhteşem Lorenzo, portreyi yeğeni Giulio di Giuliano de’ Medici’nin doğumunu kutlamak için sipariş etmişti ancak Giulio’nun babası olan kardeşi Giuliano’nun 1478’de bir suikast sonucu öldürülmesinden sonra fikrini değiştirdi ve bunun yerine 1482’de evlenen kuzeni Lorenzo di Pierfrancesco de’ Medici’ye düğün hediyesi olarak verildi.
Agnolo Poliziano’nun 29 Ocak 1475’te Floransa’daki Piazza Santa Croce’de düzenlenen bir turnuvada, Giuliano de’ Medici’nin zaferini kutlamak için yazdığı sekiz mısralı şiirin de bu resme esin kaynağı olduğu söylenebilir. Hatta Merkür’ün Giuliano’yu, Flora’nın ise sevgilisi Simonetta Vespucci’yi temsil ettiği görüşü vardır. Bir diğer teori ise tablonun Giuliano ile eşi Fioretta Gorini’nin arasındaki birlikteliği kutlamak için yapılmış olması yönünde. Dolayısıyla resimde Giuliano Merkür ile, Fioretta ise Venüs ile temsil edilmiştir. 1523’te VII. Clement adıyla Papa olan oğlu Giulio Zanobi de’ Medici, 26 Mayıs 1478’de doğmuş ve tam bir ay önce suikasta uğrayan babasını hiç görmemiştir.
Konu Venüs’e gelmişken devam edelim: ‘İlkbahar’ tablosunu ‘Venüs’ün Doğuşu’ tablosu ile birlikte tasarlanmış olarak düşünen araştırmacılar da var. Bu görüşe göre bu iki resim Marsilio Ficino’nun düşüncesine atıfta bulunan Yeni Platoncu bir felsefi çerçeve temelinde okunmalıdır. Böylece iki Venüs ortaya çıkar: insan ile Tanrı arasındaki aracı olan Göksel Venüs ve bedensel dünyada gerçekleştirilen güzelliğin imgesi, üretken kuvvetin sembolü olan Dünyevi Venüs. Ancak Lorenzo di Pierfrancesco de’ Medici’nin ikamet ettiği Via Larga’daki sarayın envanterinde ‘Venüs’ün Doğuşu’nun kayıtlı olmayışı bazı eleştirmenlerin resimlerin birlikte tasarlanmadığını düşünmesine yol açar.
Bu durumda resmin 1482’de kutlanan Lorenzo di Pierfrancesco de’ Medici ile Semiramide Appiani arasındaki evliliğin bir alegorisine “dönüştürülmüş” olma ihtimali yüksek. Gerçekten de resimde evlilik temasına veya doğurganlığa atıf yapan bitkilerle başlayarak birçok gönderme var. Çift, Temmuz’da evlenmiş olsalar da düğün başlangıçta Mayıs ayında planlanmıştı, bu da baharı uygun bir konu haline getiriyordu.
Rönesans İtalya’sında, Yeni Platoncu sanatçılar ve düşünürler klasik antik çağın inançları ile Hristiyanlık arasında sentez yapmaya veya paralellikler çizmeye çalıştılar. Örneğin Venüs hem dünyevi hem de ilahi aşkın klasik bir örneği olarak kabul edildi ve bu nedenle Meryem Ana’nın öncüsü veya paraleliydi. Botticelli de Venüs tasvirinde bu göndermeleri incelikle yapar. Figürün arkasındaki ağaç dallarının kıvrımı bir tür hale oluşturur ve karnı hamileymiş gibi hafifçe şişkindir. Dahası Venüs, ‘Müjde’ sahnelerinde melek Cebrail’e yaptığı jestleri yansıtan bir tanıma ve davet jestiyle elini kaldırmıştır.
Bu Venüs’ten Meryem Ana’ya dönüşümü ile Chloris’in Flora’ya dönüşümü, kışın bahara dönüşümü ve daha kavramsal olarak edebiyatın görsel sanata dönüşümü de dahil olmak üzere, resimdeki bir başkalaşım örüntüsünü fark etmeye başlayabiliriz.
Konunun geçtiği bahçede Botticelli’nin botanik bilgi içeren kitapların ve örneklerin olduğu Herbaryumlara başvurarak tek tek incelediği yüzlerce bitki var. Çoğunlukla sembolik anlamlarla örtülü oldukları için, eserde görünen bitkilere derinlemesine analizler yapılmıştır. Kaynaklarda, tabloda tam 500 bitki türünün tasvir edildiği ve 138’inin özel olarak tanımlandığı yaklaşık 200 farklı çiçeğin olduğu bilgisi var. Bu botanik bolluk ve neredeyse duvar kâğıdı benzeri tasvir, Botticelli’nin dönemindeki birçok sarayda yaygın olan millefleur (bin çiçek) olarak bilinen Flaman duvar halılarına benzer. Medici’lerin Hollanda ile ticari bağlantıları vardı ve Floransa’daki evleri için bir dizi Flaman duvar halısı sipariş etmişlerdi. Dahası, ‘İlkbahar’ın duvar halılarında olduğu gibi genellikle yüksek arkalıklı bir yatak başlığı/dolap olan lettuccio’nun üzerine asılmasının amaçlandığını biliyoruz.
Bazı araştırmacılar bu bahçeyi Dante Alighieri’nin ‘İlahi Komedya’sındaki ‘Dünyevi Cennet’ tasvirine bağlar. Benzerlikler göz önüne alınırsa Botticelli’nin ‘İlahi Komedya’nın Yates Thompson Kodeksi’ndeki ‘Dünya Cenneti’nin bir illüstrasyonundan ilham almış olması da muhtemel tabii.
‘İlkbahar’, İkinci Dünya Savaşı’nda bombardımandan korunması için Floransa’nın yaklaşık on mil güney batısındaki Montegufoni Kalesi’ne taşınması dışında Floransa’dan hiç ayrılmadı. 1919’dan beri Uffizi’de, ‘Venüs’ün Doğuşu’ ile aynı salonda hayranlıkla izleniyor.
Botticelli’nin eserinin inceliği, her şeyden önce figürleri canlandıran, sahneye kendine özgü ritmini, imgelere aktarılmış bir şiiri anımsatan bir ahengi veren çizgilerin hareketlerinden, renklerin parlaklığından ve inceliğinden ve tüm sahneyi eşit şekilde aydınlatan berrak ışıktan kaynaklanır. Sandro Botticelli’nin bize bıraktığı şaheserde her türlü sevgi ile aynı zamanda ‘Kış’ ne kadar zor olursa olsun ‘Bahar’ın her zaman geleceği vaadi var.
Yollarınız hep uzun ve açık olsun sevgili okur, belki bir gün bir yerde karşılaşırız.
Ayşe Bayvas
Fethiye, 16.04.2025